EY GENÇ;

Allah için silkin ve kendine gel! Bu dünyaya sebebsiz gönderilmiş değilsin!... »

AMACIMIZ;

Dilimiz döndüğünce Allah yolunu, Tarihimizi ve özbenliğimizi anlatmak biiznillah... »

EN'AM SURESİ, 108. AYET;

"Onların Allah'ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah'a söverler...". »

Karamanoğulları Beyliğinin Bayrağındaki sır!

Gönderen Huveylid
        Karamanoğullarının bayrağında bulunan 6 köşeli yıldız (ilk bakışta israil'in bayrağında ki mason simgeyi andırdığı düşünülse dâhi) Müslümanlık öncesinde de Türk kültüründe yer alsa da Müslümanlar arasında Mühr-ü Süleyman olarak bilinen simgedir.

     Örneğin; Barbaros Hayrettin Paşa'nın flamasında bu simgeyi kullanmasının sebebi Süleyman (a.s)'ın yüzüğü ile rüzgarlara hükmetmesi idi.


     Bu yıldız daha önce Türk beyliklerinde de kullanılmıştır. Mesela yukarıda fotoğraftaki mezar taşı Danişmentli mezar taşıdır. Danişmentlilerin bu yıldızı kullanma sebebi yıldızın her köşesi bir Türk devletini ifade eder. Altıncı köşe ise kendi devletini ifade eder. Bu yıldızın 8 köşeli olanına Anadolu Selçuklularda da rastlamak mümkündür. Bu desenlere bakarak bu devlet Müslüman değildir masonik simgeleri kullanıyor demek doğru olmamakla birlikte geçmişi bilme konusunda ki gafletin göstergesidir.
Devamı »

İslam Dâvâsı

Gönderen Huveylid
Dâvâ.. Bizim Dâvâmız.. İslam Dâvâsı..

Sosyal medyada dâvâsına sahip çıktığını düşünen, yeri geldiğinde argo kelimeleri dâhi kullanmaktan çekinmeyen, neyi-neden savunduğunu bilmeden nârâlar atan o kadar çok insan var ki.. 
Sâhiden neyi savunuyoruz biz? Neden savunuyoruz? Nasıl savunuyoruz? Tüm bu soruların cevabını bulmalı insan.. 
Eğer biz dâvâmıza sahip çıkıyorsak; neden Filistin de zulüm var? Neden Mısır da Allah diyen kardeşlerimiz bir bir ipe dolanıyor? Neden Suriye de zulüm var? Neden hoşgörü dini olan İslam tüm dünyada "terör" olarak adlandırılıyor? Neden kıtalara İslamı yayan ecdada "soykırım" iftiraları atılırken sesimiz bu denli kısık? Neden %99'u Müslüman olan ülkemde İslam Dâvâsı sahipsiz hissediliyor?

Herkesin bir dâvâsı vardır kardeşler!. Emin olunuz ki onlar dâvâsı uğruna fedakarlık yapabildikleri için sesleri bizden yüksek çıkıyor. "Bir işi başarmak için önce o işin delisi olmak lazım.(1)  hangimiz dâvâsının delisi soralım hakir nefislerimize?.  "Hakk'ın hâkimiyeti için çalışmamakla, bâtılın hâkimiyeti için çalışmak arasında fark yoktur(2) bunun vebalini nasıl öderiz sorarım sizlere?. Allah aşkına bırakın " modern Müslüman"," ılımlı İslam"," light İslam","çağdaşlık"(3) nârâları atanların peşinden gitmeyi!. İslam hoşgörü dini ancak kimse Allahın dinini yumuşatma ve hafifletme hakkına ve haddine sahip değildir!. Unutmayalım ki Allahın dini, İslam dâvâsı asla sahipsiz kalmaz. Bizler ecdâdımızdan bize kalan bu kutlu mirasa, dâvâmıza sahip çıkmazsak Allah sahip çıkanlara verir ve bunun hesabını da bizler veremeyiz.

Yazarımız Cerir'in söylediği gibi; Hz Hatice vâlidemiz bu dâvâ için ne denli meşakkatlere göğüs gerdi, Efendiler Efendisi Hz Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem (hâşâ) mecnun, kahin vb sıfatlarla itham edilirken maddi-manevi bütün imkanlarını Hakk'ın yolunda seferber etti. Günümüze kadar nice değerli şahsiyetler bu dâvâyı omuzlama şerefine nâil oldu, rahmetli Necmettin ERBAKAN hocada yakın tarihimizde bizler için önemli bir yere  sahip olan dâvâ adamlarından bir tanesidir.( Allah O'ndan razı olsun). O'nun bu denli mücadelesi ve başarısı olmasaydı bugün kendi topraklarımızda kendi dinimizi hâlâ ifâ etmekte zorlanabilirdik. O'nun başlatmış olduğu bu hareketi devam ettirmek sadece yetiştirdiği öğrencileri üzerine değil bizim üzerimize de düşmektedir. Gelin yazımıza merhum Erbakan hocanın sözleriyle son verelim;

"Güneş doğduğunda nasıl karanlıklar yok oluyorsa dünyamızdaki her türlü baskı, zulüm ve haksızlık da inananların çalışmalarıyla yok olacaktır. İnanıyorsanız en üstünsünüz. Zafer ise elbette inananlarındır ve zafer yakındır. İşte bizim dâvâmız budur. Ne mutlu bu hak dâvâda canla başla koşanlara." (4)

Alıntılar:
(1)          Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN'ın Davam "Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım" kitabı sayfa: 15
(2)          Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN'ın Davam "Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım" kitabı sayfa: 31
(3)          Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN'ın Davam "Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım" kitabı sayfa: 40
(4)          Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN'ın Davam "Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım" kitabı sayfa: 37

Devamı »

Nasıl bir Müslüman?

Gönderen Huveylid
"Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne, zevkine gözlerini dikme. Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hemde daha süreklidir."(1)


İmtihan için, Allaha ibadet ve kulluk için gönderilmiş olduğumuz dünya hayatına bağlanmamamızı ve ebedi bir yaşamın varlığını yüce Allah Kur'an da bu ayetle olduğu gibi birçok ayet vasıtasıyla bildiriyor. İnsanoğlu ise bazen tüm bu uyarılara kulak tıkıyormuşçasına davranıyor, Allahı unutuyor, sorumluluklarını unutuyor, dünyaya geliş amacına aykırı hareket ediyor. 
Bir zamanın yol kesicileri Kur'anı öğrenip okuyunca yol gösterici olurken(2),günümüz Müslümanları Allahın kelamı Kur'anı okumaktan aciz kalıyor.. Okusa anlamıyor, anlasa anlatmıyor.. Daha yüz yıl öncesine kadar İslam'ın sancaktarı olan bizler, bugün İslam düşmanı batı özentisi haline geldik, getirildik..
Özü  itibariyle kaos ve karmaşaya son vermek için var olan İslam dini(3) bizim bu sorumsuzca hareketlerimiz sonucu "terör" kavramıyla yan yana getirilir oldu. Kur'anı okuyup vahiyle dirilip,direnen ecdadımız cihan yönetirken bizler İslam'ın hoşgörü dini olduğunu dünyaya kabul ettiremedik. Yeri geldi harf inkılabıyla cahilleştirildik, yeri geldi ecdadımıza kızar hale getirildik!. Din düşmanları bizlere bu zorlukları dayattığında mücadeleden vazgeçmek yerine okuyup   daha çok çalışmak, dine hizmet etmek şiarımız olmalıydı. Çok mu karamsar yaklaşıyorum bilmem ama dünya üzerinde İslam'ın "terör" belasıyla yan yana gösterilmesi canımı acıtıyor, sebeb-i sitemim bundan..

Tüm bu olumsuzluklar mücadeleyi kaybettiğimiz anlamına mı geliyor? tabi ki hayır!.. Yazarımız yeniden dirilişin yol haritasını şu sözleriyle aktarıyor bizlere; " Vahiyle netleşen bir zihinle, vahiyle beslenen etkin bir akılla, vahiyle titreyen selim bir yürekle, vahiyle donanan sağlam bir ruhla, vahiyle arınan bir nefisle, vahiyle direnen bir hayata.. Hülâsa vahiyle yürüyen bir kimlikle kaos ve karmaşayı yenebilir, tüm süreçleri lehimize çevirebiliriz."(4) Vahiyle olması gereken şahitliğimizi sürdürmenin altın kurallarını buyurun yine kitabımızdan ele alarak sözlerimizi sonlandıralım;

"Tabii ki, kitap ve hikmetle...

Tıpkı asayı Musa misali...

İsa'ca bir nefesle...

Davudi bir sesle...

Meryem'ce bir sükutla...

İbrahimî bir haykırışla...

Muhammedî bir soluk ve sözle...

Şimdi büyülü bir dünyadan besmeleli bir hayata "Bismillah" diyelim..."(5)


Alıntılar:
(1)     Taha Suresi/ 131. Ayet
(2)     Ramazan Kayan'ın Yeniden Dirilişin Yol Haritası "Vahiyle Direnmek" kitabı sayfa: 41 (Muhammed İkbal'in sözü)
(3)     Ramazan Kayan'ın Yeniden Dirilişin Yol Haritası "Vahiyle Direnmek" kitabı sayfa: 28
(4)     Ramazan Kayan'ın Yeniden Dirilişin Yol Haritası "Vahiyle Direnmek" kitabı sayfa: 30
(5)     Ramazan Kayan'ın Yeniden Dirilişin Yol Haritası "Vahiyle Direnmek" kitabı sayfa: 67
Devamı »

Bikr-i Fikr ne demek?

Gönderen Huveylid
Bikr-i Fikr;
Öncelikle bu kelimenin Osmanlıca olduğunu (ya da bizim Osmanlıda kullanıldığı için bu ismi tercih ettiğimizi)  belirtmek istiyorum. Osmanlıcaya Arapçadan girmiş olan  “ بكر ” (bikr) kelimesi “ el sürülmemiş, yepyeni, orijinal” anlamına gelmektedir. Yine Arapçadan Osmanlıcaya girmiş olan “فكر ” (fikir) kelimesiyle birleştiğinde ise; “daha önce hiç söylenmemiş yeni fikir, yeni proje” anlamına gelmektedir.



Bu blogu kurmaktaki amacımız; yeni düşünceler ve farklı yaklaşımlarla sesimizi duyurmak olduğu için bu ismi tercih ettik. Zaman içerisinde okumuş olduğumuz dini kitapları yorumlayarak, tarihte bizler için önem arz eden hadiseleri açıklamaya çalışarak ve güncel olaylara kendi açımızdan yorumlar getirerek paylaşmaya gayret edeceğiz. 
Herhangi bir siyasi partinin, grubun ya da hareketin savunucusu değiliz, bizler geçmişine saygılı ve sahip çıkmaya çalışan, ecdadı Osmanlıya haklı bir hayranlık besleyen, ecdadının yolunda ilerlemeye çalışan, İslam dininin yükselmesi, tebliğ edilmesi, anlaşılması ve doğru yaşanması ilkelerini kendine dava edinmiş insanlar olmaya gayret ediyoruz. Bu hususlarda en doğrusu yada en kalitelisi değiliz ancak bunun için mücadele vermeyi düstur edindik.. 

Bize bu konuda öneride bulunmak veyahut eleştiri yapmak isterseniz iletişim bölümünden ulaşabilirsiniz. Eleştiri ve öneriye daima açık ve saygılıyız..

Bikr-i Fikr ekibi..
Devamı »

OSMANLI'DA EĞİTİM

Gönderen Huveylid


İzmir’i örnek alırsanız, Osmanlı Devleti’ndeki nüfus göre okul sayısı şu andakinden daha fazladır. Kendi köyümü esas alırsak, Osmanlı döneminde Mızraklı İlmihal okuyanların oranı % 85’dir.
Osmanlı Devleti’ndeki eğitim sistemimizle alakalı, bazı tespitlerimizi aktarmak istiyoruz:
1) Eski eğitim sistemimiz hakkında kıymetli bir kısım değerlendirmelerin varlığı yanında, özellikle resmî platformlarda yaygın olan kanâatler, her sahada olduğu gibi, mevhûm bazı safsatalara dayanmaktadır. Bu safsatayı netice veren dört yanlış kıyası burada özetlemek istiyoruz:
A) Eski eğitim sistemimiz, biraz sonra nakledeceğimiz bazı aksaklıklarına rağmen, günümüzdeki eğitim sisteminden farklı olarak manevî temellere dayanmaktadır. Modern eğitimcilerin çoğu, maneviyatı maddiyata kıyas yapmakla ve tarih boyu maneviyatımıza ve dinimize düşman olan Avrupalıların eğitimle ilgili görüşlerini eski ve yeni eğitimimizde hüccet kabul etmekle, büyük bir ha¬talı kıyas içine düşmüş oluyorlar. Halbuki herşeyi maddede görenlerin akılları gözlerindedir. Göz ise manevi¬yatta kördür. Ayrıca, 600 sene Osmanlı Devleti'ni millî ve manevî değerlerinden koparmak için mücadele etmiş olan Avrupalıların eski eğitim sistemimize müsbet gözle bakmaları mümkün değildir.
B) İkinci önemli yanlış kıyas, bazı ilimlerde meşhur olanların başka ilimlerde de mütehassıs olduğuna hükmetmektir. Eski eğitim sistemimiz ve dolayısıyla tarihimiz hakkında konuşanların bir kısmının, tarihi ve eski eğitim sistemimizi bilmedikleri, gün gibi aşikârdır. Mesela, eğitimin Osmanlı döneminde yaygın olmadığı ve Cumhuriyet döneminde alabildiğine yurdun her köşesine yayıldığı ısrarla iddia edilmekte ve can düşmanımız Avrupa ile birlikte ısrarla dedelerimizin câhil olduğu maalesef anlatılmaktadır. Acaba cahillikten kasıt nedir? Eğer okuma-yazma bilmeme kasdediliyorsa, bu tamamen yanlıştır. Zira arşiv belgeleri bu iddiaları yalanlamaktadır. Osmanlı dönemindeki okuma-yazma nisbeti, belki bugün için geçerli olmayabilir, 1970'li yıllara kadar, Cumhuriyet dönemine oranla kat kat fazladır. Gelin bir müşahhas misal verelim. 1316 yani 1898 tarihli Aydın Vilâyeti Salnâmesi'ne göre, İzmir'in nüfusu 157.098'dir. Toplam ilkokul sayısı ise, 36.087 nüfusa sahip müslümanlar için 13 adettir. Yani her 2.500 nüfusa bir ilkokul düşmektedir. Bu değerlendirmeye göre, nüfusu 3.000.000'u geçen İzmir'in şu anda 1.200'e yakın ilkokulu bulunması icabeder. Gerçek rakamın ne olduğunu doğrusu ben de merak ediyorum . Gayr-i müslimlerin sayıları 55'i bulan mektepleri buna dahil değildir. Bizim köyde Rüşdiye mektebi yani ortakokul var imiş; halbuki Cumhuriyet döneminde ilkokul 1950'lerden sonra açılmış. Yani bizim köy ortaokulu kaybettiği gibi ilkokulu da 30-35 sene sonra görebilmiş. Aradaki farkı idrâkleri¬nize havale ediyorum.
C) Yeni fenleri ve ilimleri bilmeyen âlimlerin sözlerini, dinî ilimlerde de kabul etmemek gibi, bir başka yanlış kıyas daha vardır. Halbuki her ilimde söz sahibi, ancak o ilmin mütehassısıdır. Yeni ilim ve fenlerde maharet sahibi olan bir kısım aydınlarımızın bir öncekinin tersine gurura kapılarak, kendisini dinde de mütehassıs kabul etmesi de, eskiyi değerlendirirken bizi hatalara sevkeden önemli yanlış kıyaslardandır. Hatta Cumhurbaşkanı oldu diye, kendisini müfessirlerle eş tutan devlet adamlarımızı dahi bu millet görmüş ve fetvalarını da 12 Eylül'den sonra epeyce dinlemiştir.
D) Bir diğer önemli yanlış kıyas da, selefi halefe ve maziyi hâle kıyas edip haksız itirazlarda bulunma hastalığıdır. XVII. asra kadar Avrupa temizliğin kaidelerini dahi bilmezken, Fâtih medreselerinde neden organik kimya okutulmadı diyen ahmaklar vardır. Halbuki fikirlerin birleşmesiyle şu anda bedihî hakikatler haline gelen çok şeyler, mazide en büyük âlimler için dahi kapalı kalmış olabilir. Her devir, kendi şartları çerçevesinde değerlendirilmelidir.
2) Eski eğitim sistemimizin temel teşkilatını, medrese, mektep ve tekye üçlüsü teşkil ediyordu. XII. asra kadar ve Osmanlı Devleti'nin ilk 150 yıllık döneminde, medrese, hem müsbet ilimlerin ve hem de din ilimlerinin öğretildiği tek öğretim müesseseleridir. İlkokullar demek olan sıbyan, mahalle veya ibtidâî mektebler; medrese adıyla vatanın bütün sathına yayılan orta öğretim mektebleri; yine medrese yahut külliye, sahn adıyla üniversite mahiyetindeki yüksek öğretim kurumları, fevkalade nizamlı çalışmıştır. Müsbet ilimlerde Câbirler, Ali Kuşçular ve İbn-i Sinalar; sosyal ilimlerde İmam Gazaliler, Fahreddin Raziler ve Fenariler ve hukukda İmam-ı A‘zamlar, Serahsiler ve Ebussuûdlar bu ilim yuvalarının yetiştirdiği mükemmel talebelerdir. Mektebler, hususan Tanzimat hareketinden sonra ayrı adlar altında, müsbet ilimlerden uzaklaşan medreselerin boşluğunu kapatmak üzere kurulmuşlardır. Tekyeler ise, asırlarca Anadolu'yu maddî ve manevî tehlikelere karşı koruyan Avrupalıların tabiriyle yenilmez kara ordusunu ve bizim tabirimizle maneviyât erlerini yetiştiren manevî eğitim mekânlarıdır. Maalesef Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına doğru, medrese ehli, mekteblileri dış görünüşlerinden dolayı, iman zaafıyla suçluyor mektebliler ise, onları yeni fenleri bilmediklerinden noksan ve câhil addediyorlardı. Bu fikirlerdeki ayrılık ve metodlardaki farklılıklara yabancıların tahriki de katılınca, İslam ahlâkının sarsılması ve muâsır medeniyetten geri kalınması gibi çok müthiş neticeler ortaya çıktı.
3) Osmanlı Devleti'nin sonlarına doğru eski eğitim sisteminin başarıya ulaşmasına engel olan çok önemli maniler çıkmıştır. Bunlardan dördünü özellikle saymak istiyoruz:
A) Her alanda görülen istibdad ve “benim bildiğim ve söylediğim doğrudur” anlayışı, hem mekteb ve hem de medrese ehlini muvaffakıyet yolunda engellemiştir. İstibdadın mühim bir çeşidi ve en tehlikelisi de, ehil olmayanların ilmiyeye intisabı ile ortaya çıkan ilim istibdadıdır. Bugün de, kanun ve hukuk ne derse desin, benim dediklerim hukukun kendisidir diyen müstebid ilim adamlarını ve hukukçuları gazetelerden esefle takip ediyoruz.
B) Batı'nın ıslahat adı altında içimize attığı ahlâksızlık tohumları, eğitim sistemimizi, geçmişte olduğu gibi şimdi de engelleyen mühim manilerdendir. Tanzimat gençliği, milletini ve devletini değil, midesini ve nefsinin süflî arzularını düşünen bir gençlik haline getirilmiştir.
C) Tembelliği ve dağınıklığı netice veren ümitsizlik ve bıkkınlıktır. Yabancı düşmanların da tesiriyle, Türk gençliğinin damarlarına kendine güvenmemezlik hissi öylesine aşılanmıştır ki, müslüman Türk gencinin hiç bir zaman bir Avrupalı kadar olamayacağı kendine kabul ettirilmiştir.
D) Kanaatimize göre en mühimi de, İslam dininin bazı meseleleri ile müsbet ilimlerin meseleleri arasında, bâtıl bir hayal ile var zannedilen veya öyle takdim edil¬meye çalışılan çelişki ve çatışmadır. Tamamen yanlış an¬lamalardan ve kasdî propagandalardan doğan bu mani, bizi dünya, yabancıları da âhiret saâdetinden mahrum eylemiştir. Halbuki köle efendisine, hizmet¬kâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve karşı ola¬bilir? İslamiyet fenlerin seyyidi ve mürşidi; hakiki ilimlerin reisi ve pederidir. Meselâ, İmam Şafiî, namazdaki rükû‘ ve sücûd halinde kıbleye yönelmeyi yer küresinin yuvarlaklığı ile izah ederken ve İmam Fahreddin Razî meseleyi kesin delillerle isbat ederken ve bunun karşısında Avrupa papazları dünyanın bir tepsi gibi olduğunu iddia ederken, mesele bugün tam tersine çevrilerek anlatılmaktadır. Buna se¬bep bazı safdillerin yanlış izahlarıdır.
4) Eski eğitim sistemimizin, hususan Tanzimat'tan sonra aksayan bir diğer yönü de, din hürriyeti adı altında bugün olduğu gibi, yabancılar tarafından açılan okullardır. Bu durumu ve neticelerini Mısır Müftüsü Muhammed Abdüh şöyle anlatmaktadır:
"Nerede müslüman bir bölge varsa, orada bir Amerikan okulunun veya bir başka Avrupa dinî cemaati¬nin okulunun bulunduğunu görüyoruz. Müslümanlar, çocuklarını, dünyevî refah açısından yararlı olur ümidiyle buralar gönderiyorlar. Gençlik çağının heyecanlı dönemlerinde yabancı okullara giden Müslüman çocukları, bu okullarda tahsil hayatı boyunca İslama ve temel esaslarına aykırı şeyler duyuyor veya yaşıyorlar. Kulakları, babalarının inançlarına hakaret eden laflarla doluyor. Öğrenim çağı tamamlanmadan, kalpleri her çeşit İslamî inançtan sıyrılıyor ve Müslüman adı altında yeni bir nesil ortaya çıkıyor. Bununla da kalmayıp kendilerini kirleten şeyleri, söz ve fiilleriyle cemiyet içinde de yaymaya başlıyorlar" . Bunları duyunca, Robert Kolejini kuran Amerikalı papazın, "Fâtih İstanbul'u burada inşa ettiği Rumelihisarı ile fethe başladı. Ben de bu okul ile İstanbul'u yeniden Hıristiyan âlemine kazandıracağım" sözünü hatırlıyorum.


Prf. Dr. Ahmet Akgündüz'ün facebook hesabından alıntıdır.

https://www.facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz/posts/10152856077084043:0
Devamı »

Biraz sevgi, birazda kanaat..

Gönderen Huveylid

İnsanoğlunun mutlu olmak için ihtiyacı olan iki büyük hakikat.. Daha da doğrusu  sevgi ve kanaat müslümanın vasıflarından olmalıdır. Ehli takva olan bir müslümanın açgözlü ve sevgiden uzak olması düşünülemez. “İnsana yön veren şey sevgidir” (1) eğer sevginin bize yön vermesine müsade etmezsek, farkında olmadan şeytanın bizi yönlendirmesine müsade etmiş oluruz. Sevgi kaynaklı olan iyilik anlayışı ise bazen zor durumda olan bir insana yardım etmeyi gerekli kılarken, bazende yolda bulunan bir taşı kenara atmakla bile yerine getirilmiş olur.


Ayrıca müslümanın ihtiyacı olan sınırsız dünya malı veya gösterişli lüks bir yaşam değildir. Avrupalı toplumların gelişmemiş ülkeleri sömürmesi gibi aç gözlü bir tutum asla İslamiyetle bağdaşmaz, bağdaşamaz. İslamla şereflenmiş olan insanoğlunun sevgi ve aza kanaat etmeyi benimsemesi, yoksulu ve fakiri gözeterek onlarıda topluma kazandırması gereklidir.

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olmazsınız.”(2) buyuran Hz Peygamberin ümmeti olarak hiçbir ön yargıya kapılmadan insanlara muamele etmeli, elimizden geldiğince Müslüman kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmeliyiz. Unutmamamız gereken diğer hakikatte; bizler avrupalı milletler gibi ecdâdı –mazlumu ezen ve sömüren- bir millet değil, Osmanlı gibi gittiği her yere – islamı, sevgiyi, barışı ve insanlığı- götüren bir ecdâdın torunlarıyız. Bizler muhakkak ki başta Hz Peygamber devamında da Ashabı Kiram ve ecdâdımız Osmanlı olmak üzere; bizlere sürekli sevgiyi, aza kanaat etmeyi ve daha bir çok erdemi öğreten örneklerimiz varken bu hakikatleri hayatımıza uygulamazsak Allahın huzurunda bunların hesabını veremeyiz.

Rabbim bizleri; bu önemli hakikatleri hayatında uygulayabilen İslam çizgisinde dinine hizmet edebilen kullarından eylesin. Selam ve dua ile..

Alıntılar:
            (1)     Tolstoy İnsan ne ile yaşar kitabı sayfa 49

            (2)     Müslim, imân,93; Tirmizi, Sıfâtu’l-Kıyâme,56


Devamı »

Sosyal medyayı kullanırken nelere dikkat etmeliyiz?

Gönderen Huveylid
Sosyal medyayı kullanma hususunda milletçe düşmüş olduğumuz hatalar malesef oldukça fazla, bugün bir imam-hatibin kürsüsünden bu hadiseyi dinleme fırsatım oldu. Rabbim hocamızın ehemmiyetle değindiği hususları idrak etmeyi, hayatımıza uygulamayı nasip etsin inşAllah..

Buyrun birlikte dinliyelim..

Yasin GÜNDOĞDU Büyük Osmanlı Cami imam-hatibi
Devamı »