“Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zinet mahallerini (vücutlarını) açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı (yüz ve elleri) müstesna. Baş örtülerini yakalarının üstünü kapayacak surette koysunlar” (Nur sûresi
31. Ayet)
Alemlere rahmet, iki cihan nuru Efendimiz s.a.s’in elçiliği ile Allah’ın bize bildirdiği ayetler açık bir şekilde bu emri gözler önüne sermektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren “laiklik” ve “inkılaplar” arkasına sığınarak “çağın gereği” adı altında bu dini değerler baltalanmak istenilmiş, büyük ölçüde de başarı sağlanmıştır. Medeniyet ve dini hassasiyet âbidesi olarak 600 yıl tarih sahnesinde bulunmuş olan ecdâdımızın mirası adeta ayaklar altına alınmak istenilmiş, şiirler ve birçok yazı organı kullanılarak ecdadına düşman bir nesil yetiştirilmeye çalışılmıştır.
Toplumların bozulması veya dirilmesi aile kurumuyla özelliklede anaların eliyle olduğu için ilk önce iffet âbidesi kadınlarımızın başörtüsü alındı hayatlarından. Ardından elbiselerin boyu kısaltıldı “medeniyet” yaygarası eşliğinde.
Bu metotlar ile öylesine içi boşaltıldı ki halkın, bir komiser sorgu esnasında “ –Maşallah- yazılı bu şirketin ne kadar arabası var, hangi şirkettir, bunu kim idare ediyor, sende var mısın o şirkette, bütün arabalarda –Maşallah- yazıyor”(1) diyecek kadar alçalabiliyor, cehaletini belli ediyordu.
Müslüman kadınların dinden bu derece uzaklaştırıldığı, İslam ile kazandığı değeri kaybettiği, vücudunu sergilemenin medeniyet olarak telkin edildiği o dönemde Şule Yüksel Şenler ortaya çıkıyor “öze, kimliğe dönüş için halk yeniden Bismillah diyerek ayağa kalkıyordu”.(2)
Dönemin bozulmamış nadir insanlarının yönlendirmeleriyle hakikatleri kendisine dâvâ edinen bu kutlu insan, gerek köşe yazıları gerekse yurdun dört bir köşesinde verdiği konferanslar ile Müslüman kadınını bilinçlendiriyor, özüne dönüşünü tetikliyor. Bu mücadeleler esnasında şu mısralar dökülüyor kaleminden, yüreğinden;
“ Öyle bir dâvâ ki; âşık olmak az,
Mecnun olmak gerek ki duyulsun haz.
Leyla’lar yapsa da bin bir naz, niyaz,
Bize mevlâ yolu yâr gelir gayrı!.”(3)
İslam’dan insanların uzaklaştırıldığı bu dönemde (af buyurun)yeter ki “çıplaklık” engellensin diye tesettür İslami ölçülere tam anlamıyla uygun olarak hayata geçirilememiş, sembolde kalmıştır. Bizler bu dâvâya sahip çıktığımızı söylüyoruz ancak ne kadar mücadele ediyoruz bunu bir kez daha düşünmeliyiz. Bir başlangıcı sağlayan Şule Yüksel Şenler’in dâvâsına, daha doğrusu İslam dâvâsına ne kadar hizmet ediyoruz?. Şunu üzülerek dile getirmeliyim ki; sokaklarda dolaşan bayanların tesettür hassasiyeti “İslami ölçülerden” ziyade “moda” denilen illetin kontrolü altına girmiş durumdadır.

Vücudun mahremiyetinin korunması açısından önemli bir yere sahip olan tesettür, vücudu sergileyen ve karşı cinsin dikkatini cezbeden bir hâle getirildi. İslam kadınına örnek olması gereken makam ve mevkilerde bulunan dini kimliğe sahip insanlarında bu yanılgıya düşmüş olması bizi derinden yaralaması gerekirken, biz ortak bir tepki ortaya koymak şöyle dursun tanıdığımız insanları uyarmaktan bile aciz kalmışız. İslam’ın kesin emirlerinden olan tesettürü hakkıyla öğrenmek, hayatımıza uygulamak Müslüman olarak bizim şiarımız olmalıyken büyük bir gaflete mi kapıldık? Bilmiyorum.. Bu kitabı okurken yer yer tüylerim diken diken oldu, gözlerim doldu.. Tarihi bilincini kaybetmiş, Şehitlik ziyaretine giderken rezillik yapanların (kadeş faciası) ve dini değerlere sürekli saldıran insanların olduğu bir ortamda dâvâsı için büyük mücadeleler veren bu kutlu insanı görünce; biz dâvâmıza ne kadar sahip çıkıyoruz? Dini hakkıyla idrak etmek için gerekli mücadeleyi veriyor muyuz? diye sormadan edemedim.
Değerli gönüldaşlarım, ağabeylerim, ablalarım.. İslam dini diğer dinler gibi bozulan, nefsi ilhamlarla tahrif edilmiş olan bir din değildir bunu elhamdülillah hepimiz biliyor ve tasdik ediyoruz. O zaman Allah’ın (cc) açık bir şekilde bizi uyarmasına rağmen bu başı boşluk, bu gaflet niye?
Kur’an-ı Kerim’de “Kadınlar! Huzur ve sükun ile evlerinizde karar kılın. Eski câhiliyet zamanında olduğu gibi kırıla-döküle, süslerinizi göstere göstere yürümeyin” (Azhâb suresi 33. Ayet) buyurulurken Müslüman bayanlarımızın buna kulak tıkıyormuşçasına giyimine dikkat etmemesi niye?
Hakkıyla tesettüre girmek, hakkıyla tesettürü bilmekle olur diye düşünüyorum. Rabbim tesettürü hakkıyla öğrenmeyi, hayatımıza uygulamayı bizlere nasip etsin. Sözlerime Şule Yüksel Şenlerin sözleriyle son veriyorum;
“Müslüman Türk kadını ve kızı!
Çıplaklık; ahlaksızlığın nüvesidir. Kadını ahlaken sükut ettiren, kadınlığa mahsus o harika hâyâ (utanma) ve hicâb duygularını kökünden söken, kadını etten-kemikten müştekil bir teşhir-eğlence vâsıtası haline düşüren, onu dessasâne esir eden başbelâsı bir illettir. Bu illetten, bu esaretten kurtulmak için İslam’ın emir ve nehiylerine (yasaklarına) sımsıkı sarıl!.
O zaman bil ki seni yalnız bizler değil gökte melekler alkışlayacaktır”(4)
Alıntılar:
(1) "Demet Tezcan’ın Bir çığır öyküsüdür Şule Yüksel Şenler" kitabından sayfa 78 2. Paragraf
(2) "Demet Tezcan’ın Bir çığır öyküsüdür Şule Yüksel Şenler" kitabından sayfa 75 1. Paragraf
(3) "Demet Tezcan’ın Bir çığır öyküsüdür Şule Yüksel Şenler" kitabından sayfa 83
(4) "Demet Tezcan’ın Bir çığır öyküsüdür Şule Yüksel Şenler" kitabından sayfa 63 3. Paragraf
0 yorum: